Alışveriş Sepetim
38,4
43,911

Yemeklerin Ülkesi Değil Yöresi Vardır



Bir tabak yoğurtlu semizotu. Bir lokma zeytinyağlı dolma. Ya da kızgın yağda çıtırdayan bir lokma tatlısı...
Bu yemekleri görünce “Bu bizim!” demek artık neredeyse bir refleks haline geldi. Özellikle Türkiye ile Yunanistan arasında yıllardır süren "Bu yemek kimin?" tartışmaları, gastronomik bir sohbetten ziyade bir tür milliyetçi rekabetin sahnesi hâline geldi.

Oysa sormamız gereken esas soru şudur:
Bir yemeği gerçekten bir millet sahiplenebilir mi?
Yoksa bu tarifler, sınır çizgilerinden çok ortak bir coğrafyanın, komşu kültürlerin ve yüzyıllar süren karşılıklı etkileşimin ürünü müdür?

Osmanlı İmparatorluğu yüzyıllar boyunca Balkanlar’dan Arap Yarımadası’na, Kafkasya’dan Ege Adaları’na uzanan geniş bir coğrafyaya yayıldı. Bu coğrafyada yaşayan milletler—Türkler, Rumlar, Ermeniler, Araplar, Yahudiler, Kürtler, Slavlar—aynı pazarlardan alışveriş yaptı, aynı mutfakta benzer tencerelerde yemek pişirdi.

Yemek tarifleri yazılı kurallar değildir; kuşaktan kuşağa aktarılan, kulaktan kulağa yayılan, zamanla evrilip dönüşen canlı kültürel varlıklardır. Her göçle, her evlilikle, her komşulukla tarifler değişir, farklı malzemeler girer, bir yerde yoğurt eklenir, başka yerde limon.

Bu tariflerin “sahibi” bir ülke değil, bir yaşam biçimi, bir coğrafya, bir yörenin insanıdır.

Ege’nin iki yakasında, Ayvalık’ta ve Midilli’de pişen yemekler arasındaki fark; İstanbul ile Erzurum’daki farktan daha az olabilir. Çünkü Midilli ile Ayvalık’ın toprağı benzer, rüzgârı benzer, zeytini benzer. Orada yaşayan halklar yüzyıllar boyunca iç içe yaşamış, bayramları da yasları da paylaşmış, dolayısıyla sofraları da birbirine karışmıştır.

Bu yüzden "musakka" kimin, "cacık" kimin, "baklava" kimin tartışmaları aslında içi boş ve yüzeysel kalır.
Çünkü bu lezzetler bir milletin mutfağında doğmadı, bir coğrafyada paylaşarak gelişti.

Unutulmamalıdır ki bugünkü ulus devlet sınırları oldukça yenidir. Oysa tarifler, devletlerden çok önce doğmuş, sınırlar değişse de mutfakta yaşamaya devam etmiştir.

1923 nüfus mübadelesiyle Yunanistan’dan Türkiye’ye gelen binlerce kişi, memleketlerinden getirdikleri tarifleri Ege kıyılarına taşıdı. Aynı şekilde Anadolu'dan Yunanistan'a göç edenler, İzmir mutfağının tatlarını Atina sokaklarına götürdü. Bugün bu tarifler hem “bizim” hem “onların.” Aslında hepimizin.

mutfak gibi ortak bir kültürel miras alanını çatışma değil, yakınlaşma fırsatı olarak görmek gerekir. Çünkü sofralar, insanları bir araya getiren en kadim alanlardır.

Yemekleri “bizim” ya da “onların” olarak bölmek yerine, bu lezzetleri ortak geçmişimizin sessiz tanıkları olarak görmeliyiz. Her dolma, her cacık, her lokma…

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.